Ailenin tanımı deyince hemen aklıma ilkokul bilgilerim gelir. Öğrendiğim tanım şöyleydi;
Aile ikiye ayrılır. Çekirdek aile ve geniş aile.
Çekirdek aile dediğimiz anne-baba ve çocuklardan oluşan bir aile ve çekirdek aileye ilave olarak büyük anne, büyük baba, hala, teyze, amca, yenge, dayı vs akrabalardan oluşan geniş aile.
Aile kurumu hayatın her evresinde en önemli kurumdur. Aile kavramı genelde çocuklar için çok önemli görünse de, bence yetişkin insalar içinde en az çocuklar kadar önemlidir.
Aile içi ilişkilerin güçlülüğü ve bu ilişkilerin sürekli olması hem çocuklar için hemde yetişkinler için yadsınamaz boyutta yararlı etkiler oluşturur. Yapılan araştırmaların gösterdiği gibi, son zamanlarda her ne kadar azalma gösterse de yine de Türkiye’de aile kurumuna verilen önem bir çok ülkeye nazaran kat kat fazla. Amerikan aile yapısında, istatistik bilgilerle de kanıtlanmış ciddi oranda bir ailevi yapı bozukluğu var.
Aile içi ilişkilerin güçlülüğü ve bu ilişkilerin sürekli olması hem çocuklar için hemde yetişkinler için yadsınamaz boyutta yararlı etkiler oluşturur. Yapılan araştırmaların gösterdiği gibi, son zamanlarda her ne kadar azalma gösterse de yine de Türkiye’de aile kurumuna verilen önem bir çok ülkeye nazaran kat kat fazla. Amerikan aile yapısında, istatistik bilgilerle de kanıtlanmış ciddi oranda bir ailevi yapı bozukluğu var.
Amerika'da evlilik dışı ilişki ‘normal' algılanıyor, hatta TV programları, diziler, reklamlar aracılığı ile teşvik bile ediliyor. Buna paralel olarak evlilik dışı doğan çocuk sayısı giderek artıyor. Sadece annesi ya da babası tarafından yetiştirilen çocuklar, anne-babanın bir arada olduğu ailelerde yetişen çocukların sayısını çoktan aşmış durumda. Çocuk sayılabilinecek yaş dönemlerinde anne olan ancak çocuğun babasının kim olduğunu yada biliyorsa da nerede olduğunu bilmiyor olan birçok kişi mevcut. Uyuşturucu, hap, alkol kullanım oranı ciddi bir tehdit oluşturacak düzeyde, daha da acı olan bu tarz uyuşturucuları ilk kullanma yaşının yine çocuk sayılabilinecek dönemlerde olması. ( tabii bu durumda sırf biolojik tahribat değil, esas kökende psikolojik tahribatların yatıyor olduğunu görmek hiç de zor değil)
Birisi aile mi dedi, o da ne ola ki...?!
Bundan 3 sene önce TV kanallarından birinde oldukça yüksek reytingli bir gündüz kuşağı bir programa denk gelmiştim, kelimenin tam anlamıyla rezaletti! Programı sunan kişinin amacı, programa başvuran kızların çocuklarının babası olduğunu iddia ettikleri erkekleri (ki bu erkekler reddediyorlar baba olduklarını) bulup DNA testi yaptırıp, sonra programa çıkartıp stüdyoda bulunan yüzlerce canlı yayın seyircisi önünde deşifre ediyor elindeki kağıtta bulunan bilgileri. Lafa iki cümleden biriyle başlıyor, ya diyor ki bağıra bağıra “ You are the father” yada “ You are not the father”. Bu arada eğer ki iddia edilen kişinin çocuğun babası olmadığı DNA sonucu ile kanıtlanırsa, bu sefer oklar anneye yöneliyor, bana göre rezillik diz boyu! Anne bu sefer başlıyor babanın kim olabileceği ile ilgili tahminler yürütmeye! Bir yandan çocuklar sersefil hiçbir şseyden habersiz, set arkasında bir odada kendi kendilerine oyun oynuyor yada çığlık çığlığa ağlıyor ve bekliyorlar annelerinin dönmesini. Anne ya DNA ile ispatlanmış rapor elinde zafer nidaları ile girecek odaya, veya utanç içinde (bazen utanmanın yerini şaşkınlık alıyor, konuşuyor kendi kendine, kim olabilir ki başkaaaa bir düşüneyim...!) girip çocuğu kaptığı gibi terk ediyor stüdyoyu.
Ben ilk izlediğimde şok üzerine şok yaşamıştım, insan kimi suçlu bulacağının muhasebesine girdiğinde, 1050 bilinmezli denklemin içinde kalıyor. Ayrıca böyle bir program neden yapılır ki, ne veriyor izleyene, ne kazandırıyor, ne öğretiyor? Güldüren bir yanı mı var, eğlence programı mı bu? Ne amaçla izler ki insan bunu, (bu arada yazık ki izleyici kitlesi hayli fazla ve stüdyoda izleyenlerin yüz ifadeleri sırıtır şekilde!) üstüne üstlük bir adam hamile bıraktığı kişinin akrabası ile beraber olmaya başlamış ispatlara göre, babalığını kabul etmiyor DNA raporuna rağmen, stüdyodaki bayan izleyicilerden birkaçı tepki veriyor kendince, üzerlerindeki t-shirtleri kaldırarak! ve bağırıyorlar adama “ahlaksızsın” diye.? Ahlak? Suçlunun özde kim olduğu konusundaki çok bilinmezli denklemin tek bilinen gerçeği, bunun bedelini bugün o arka odada annesini bekleyen, babası var mı yok mu bilmeyen, nice bugünün çocuğu yarının yetişkini olacak bireyler, yetişirken ödüyor, sonrasında o da kendi çocuğuna bu bedeli miras bırakıyor. Ne acı, ne acı...
Amerika'da minimum 14 yaşındaki kişi çalışma saatleri sınırlandırılarak ve bitakım güvenlik önlemleri alınarak, her iş sahasında değilse de birtakım işlerde yasal olarak çalışabilmekte.( U.S Department of Labor'a göre)
Amerika’da aileler çocukları için, Türkiye’de olduğu gibi tüm okul masraflarını karşılamak, evlenene kadar bakımını sağlamak, maddi yardım desteği yapmak gibi sorumlulukları olduğunu düşünmüyorlar. Hatta geçenlerde bir Amerikalı çiftin evinde misafirdik, Türkiye’de çocuklar yada gençler için 14 yaşında çalışmaya başlamak gibi bir durumun yaygın olmadığını, 16 yaşına bile girse yine ailesi ile beraber yaşamaya devam ettiğini hatta evlenirken bir çok ailenin çocuklarının düğünü, ev eşyalarının alımı filan gibi konularda destek çıktığını duyunca ciddi ciddi şaşırmışlardı.
Geçenlerde okuduğum bir makaleye göre, ABD’de boşanma oranı hızla artmakta, her iki evlilikten biri boşanmayla sonuçlanmakta ve bu yönelim giderek pekişmekte. Bununla beraber evlilik dışı ilişkinin ve boşanmanın önüne geçemeyen toplum, bunu telafi etmek için devletin güvencesine sığınıyor. Boşanmış anneler, sosyal güvenlik sigortası kapsamında devletten yardım alıyor (ama tüm geçimi sağlamaya yetecek bir mebla değil yine de çalısmaya devam ediyor) bunun yarattığı sahte güvenlik hissi, ailenin daha fazla çözülmesine katkıda bulunuyor.
Aile yapısının tahrip olması ve-veya yok olacak boyuta gelmesinin sebepleri arasında aile içi şiddet, akla ilk gelen örneklerden birisi. Kadının evde dövülmesi, zannedildiğinin tersine, üçüncü dünya ülkeleriyle sınırlı bir sorun değil. Amerika'daki boşanmaların ana iki sebebi, evlilik dışı ilişki ve aile içi şiddet. Fakat aile içi şiddet, sadece eşler arasında olmuyor. Eşler arasındaki çatışma, çocuklara da yansıyor. Kendi ailesi tarafından dövülen, cinsel tacize uğrayan ve öldürülen çocukların sayısını kimse bilemiyor. Geçen sene olan bir olay aklıma geldi, 2 yaşında bir kız çocuğu ölü bulundu ve uzun süre annesinin arabasının bagajında saklı tutulduğu öğrenildi. Küçük kızın annesi mahkemeye çıkarıldı, bakıcıyı suçladı, bir sürü ıvır zıvır geveledi, mahkeme devam etti bu sürede gözaltına alınmadı...tv programlarında, ana haber bültenlerinde filan uzun süre konuşuldu. Sonuç (eğer buna bir son denebilirse!) anne beraat etti, suçlu bulunmadı yani. Millet ayağa kalktı, yürüyüşler yapıldı, isyanlar edildi ama hukuk eğitimi almamış olan kişilerce suçlunun kim olduğu anlaşılabilmişken, hukuk eğitimi alıp kariyerin üst seviyelerine gelecek kadar bilgi donanım sahibi olduğu devlet tarafından onaylanmış kişi, yargıç diye isimlendiriliyor, yargıda bulunurken, suçlu olanı suçsuz bularak bağladı bitirdi kapattı davayı. Babası ne diyor peki, ne tepki verdi diye akla gelirse eğer, annesi polise verdiği ifadede, küçük kızın babasının kim olduğunu bilmediğini söylemiş.


Peki aile bağlarının çözülmesinin sebebi ne? Yapılan araştırmalar sonucu şöyle bir sonuç çıkarılmış. İki grup sebepten bahsetmek mümkün. Birincisi, bireyin kendini ve aile ilişkilerini algılama biçimiyle ilgili. Modern bireycilik, bireyi herşeyin merkezine koyan bir dünya görüşüne dayanıyor. Amerika’da bireysel yaşam önceliği ilk sırada gelmekte. Bireyler kendi çıkarlarını, ailenin ve toplumun üstünde görmek üzere yetiştiriliyorlar. Aksi halde “zor yaşam şartları”nın bireyi yutacağı varsayılıyor. Bu varsayımda hiç şüphe yoktur ki haklılık payı var, kaldı ki batılı toplumlar, geniş ailenin de içinde bulunduğu bir sosyal güvenlik sistemine sahip değil. Devletin tasarrufundaki güvenlik sistemi, insanlara sahip çıkmaktan ziyade onları yardıma bağımlı hale getiriyor. Bu ortamda yetişen çocuklar, her tür suistimal ve şiddetin muhatabı haline geliyor. Kısacası toplumsal bir fayda getirmesi beklenen sosyal güvenlik sistemi, bir kısır döngüye dönüşüyor ve ailenin çözülmesine isteyerek ya da istemeyerek katkıda bulunuyor.
Yine şimdi yazarken aklıma bu aile içi ilişkilerin vahim durumunu konu alan, Nicole Kidman’ın başrolde oynadığı bir film geldi. Amerikan bağımsız sinemacı Noah Baumbach, “Kızkardeşim Evleniyor / Margot at the Wedding”de yine Amerikan banliyösündeki çekirdek aile sorunlarını işliyor. Bu tarz trajikomik hikayelere, bireye, aileye ve rayından çıkmış ilişkilere dair söyleyecek sözü olan yönetmenlerin filmlerine ilgi duyuyorsanız, izlemenizi tavsiye ederim.
Bu bahsedilen aile içi çarpık, bozuk, hasarlı ilişkiler sadece Amerika için mi geçerli, elbette hayır hatta bilinçli aileler de tabii ki mevcut ancak toplum içindeki bireylerin kendileri ve birbirleriyle olan ilişkileri, toplumu oluşturan en küçük birim olarak da ailenin kendi içindeki ilişkiler ele alınıp diğer ülkelerle kıyaslandığında, çok ciddi oranlarda fark olduğu bir gerçek. Her anlamda sağlıklı bir ortamda büyümeyen çocuklar, büyüdükçe artan problemler için şu veya bu şekilde zor bir hayatın kendilerini beklediği potansiyeli taşımakta. Ve yine ülkenin büyük problemi, yaşlılıktaki yalnızlık. Nicelik bakımından çok çocuğa sahip nice yaşlı, çocukları ile ilişkilerindeki nitelik eksikliginden ve bunun yarattığı fırtınalı tekil yaşamlar sonucu, biolojik bakımdan bakıma muhtaç olduğunda, çocukları veya torunları ile degil, kendisi ile aynı durumda olan diğer nice yaşlı kişiler ile, bakımevlerinde ömrünü tamamlamakta.
Doğumdan itibaren ailenin önemi gözardı edilemez. Mesela ilk 18 aylık dönem içinde çocuğun temel bağımlılık ihtiyaçları karşılanmazsa, çocuk kendini kişilik gelişimi açısından özerklik dönemi olan ikinci evreye hazır hissetmez. Ki yaşam içinde gelişim, iki evreyle bitmiyor. İlk 18 ayın eksik yada tamamen noksan bırakıldığı bir yaşam deneyiminde, devamındaki evrelerin nasıl da çarpık veya dinamiğinde hasarlarla devam edebileceğini düşünebilmek hiç de zor değil. Ve teker teker bu bireyler biraraya gelip, bir sonraki nesillerin içinde bulunacağı toplumu olusturuyor.
Kişiye ve kişiliğe bağlı nedenlerden daha yoğun olarak çevrenin, özellikle de en belirleyici olarak ailenin suça yönelmede önemli bir etken olduğu bir çok çalışmada saptanmıştır. Aile detaylı bir tanım icinde “bireyin en yakın olduğu ve toplumsallaşma süreci içinde birey üzerinde en etkili olan toplumsal gurup” olarak tanımlanabilir. Çocuk, ilk ve en yakın çevresi olan aileden oldukça yoğun bir biçimde etkilenir. Fiziksel psikolojik gereksinimlerin yanında, aile ortamı çocuk için vazgeçilmez olan güvenlik ve sevgi gereksinimleri karşılar. Bu da çocuğun suça yönelmesini engeller. Bunun yanında aile ortamını oluşturan diğer bireylerin özellikle de anne ve babanın hem evliliğin getireceği sorumlulukları karşılayabilecek kadar olgun hem de çocuklar için birer model olabilecek yetkinlikte olması gerekir.
Amerika’da çocuk suçluluğu büyük oranlarda ama çocuk ne doğuştan kötü nede iyi olan bir varlıktır. O da her canlı varlık gibi değişen, çevresi ile etkileşen ve gelişen bir bireydir. Onun iyi ya da kötü olmasını belirleyen eğitim ve yaşantıları olacaktır ama ne var ki yine en belirleyici ilk faktörü ailesi olacaktır. Bu da çocuk suçluluğunun kökeninin hukuksal olmaktan öte psikolojik ve sosyolojik olduğunu gösterir.
Karı - koca olma kararından birgün vazgeçebilir bireyler ancak anne-baba olmaktan vazgeçemezler - vazgeçmemeliler. Aile içi ilişkileri, aynı evde yaşamak zorunda kalmadan da yürütebilirler. Yeter ki “aile” kavramına sahip bilincin efendisi olabilsinler.
Daha huzurlu ve güvenli gelecek vaat eden yarınların varolabilmesi için, daha sağlıklı bireylerin yetişebilmesi...
Daha sağlıklı bireylerin yetişebilmesi için, dinamiği daha sağlam birlikteliklerin - evliliklerin olabilmesi...
Ve yine koskoca bir toplumun var olabilmesi için, toplumu oluşturan en küçük birimin “ailenin” temel yapı taşlarına sahip çıkabilmesi...
Dileğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder