Çarşamba, Şubat 29

Ataturk'un Kehanetleri


Oldum olası severim bilinmeyenleri araştırmayı yada hali hazırda araştırıp da bunu bilimsel olarak kanıtlayanların ortaya çıkardıklarını okumayı, öğrenmeyi ve tüm bildiklerimi paylaşmayı.Vücudumuz başlı başına bir mucizevi bilinmeyenler dünyası aslında ve sağolsun bilimadamları, sürekli bir şaşırtmaca boyutunda eski bilinmezleri yeni bilimsel bilgilere döndürüyorlar. 

Vücudumuzu bir bütün olarak düşündüğümüzde, birinciliği ona veriyorum, bayrağı “o” taşıyor hep benim nazarımda. İşlevselliği - biolojik ve sinirsel doku yapısı - nöronlar arası bağlar ve alfa, beta, gama, teta seviyeleri ve bunların yaşamımız üzerindeki etkileri hatta bizim bu seviyeleri kontrol edebilme gücümüzün muhtesem gizemi ve öğrendikçe daha birçok olağanüstü özellikleri ile beni en fazla heyecanlandıran , daha fazla - daha çok merak uyandıran, karşı konulamaz bir öğrenme dürtüsünün baş kahramanı..BEYİN.
Şimdi Atatürk ile ne alakası var bunun peki, 18 senelik bir araştırma sonucu bu alakayı kuran ve okuyucuları ile paylaşan Ali Bektan’ın cümlelerinde bulacaksınız bunu.

Ali Bektan 1984’de Tercüman Gazetesin’de başlayıp Güneş, Sabah, Yeni Asır ve Günaydın’ı da kapsayan uzun bir gazetecilik kariyerine ve bugüne dek yayımlanmış oniki kitaba sahip. Esquire dergisinde kendisi ile yapılan bir röportajında bahsettiğüzere, kendisinde bu gizem merakının başlamasına sebebiyet veren olay şu olmuş:
Erich Von Daniken’in Tanrıların Arabaları adlı kitabı elbette çok etkili oldu. Sonra bir gün oturduğum semtte, Üsküdar’da bir ikinci el kitap tezgahı gördüm. Şaşırdım, ilk kez görüyordum orada böyle bir tezgah. Giovanni Sconnamillo’nun, beni en az Daniken’in kitabı kadar etkileyecek kitabı Dünyamızın Gizli Sahipleri’ ni gördüm orada.

* Tanrıların arabaları, çok eskiden okuduğumbeni de çok etkileyen, bir çırpıda okuduğum ama bir defa okumayla yetinmediğim bir kitaptır. 

 Ali Bektan'ın İlk kitabı Atatürk’ün Kehanetleri, sonraki Atatürk ve Parapsikoloji adını taşıyor. O kitaplarda Atatürk’ün paranormal yani doğa üstü güçlere sahip olduğunu iddia ediyor kendisi. O’na göre Atatürk geleceği görebiliyordu, şöyle izah ediyor:
"Bu konuyla lise yıllarında ilgilenmeye başladım,. Tarihe baktığımızda Atatürk’ün kararlarının hep doğru çıktığı görüyoruz. İnanılmaz şeyler yapmış Atatürk. 1907 yılında bugünkü Türkiye Cumhuriyeti haritasını çiziyor. Osmanlı İmparatorluğu 6 milyon km2 yakın toprağa sahip o zaman. “Gelecekteki Türkiye’nin haritası budur, Batılılar bizi parçalayacak geriye kalan bu olacak,” diyor ve Musul ve Kerkük hata payı dışında bugünkü haritamızı çiziyor. 1. Dünya Savaşı’nın çıkacağını, Batılıların bizi parçalayacağını ve sınırlarınızın nereye gerileceğini o zamandan biliyor. Bu siyasi deha ile açıklanamaz, bunu yapabilmek için bir gücünüz olması gerekir. Beni etkileyen en büyük kehaneti ise 1932 senesinde McArthur’a sanki başından sona savaşı izlemiş gibi 2. Dünya Savaşı’nı anlatmış olması. ABD’nin rolünü, Almanya’nın yapacaklarını, tüm olup bitecekleri seneler öncesinde anlatmış. McArthur ülkesinin gazetecilerine “ya deli, ya dahi” demiş. Ama yıllar sonra anılarında Atatürk’ün hakkını teslim ediyor çünkü görmüş ki Atatürk ne dediyse çıkmış. "

 Bu iddiaların Atatürk’ün zaferlerine gölge düşürüp düşürmeyeceği sorulduğunda ise diyor ki:

"Hayır. Zaten bu kitap sonrasında çok olumlu tepkiler aldım. Ordunun içinden bazı isimler bile kutladı beni. Hem Atatürk’ün askeri dehası tamamen ayrı bir şeydir. Onu görmezden gelemeyiz. Ama karar mekanizmalarını incelediğimizde şöyle bir durum ortaya çıkıyor. Atatürk’ün savaşın en kritik noktasında verdiği kararlar mucizevi sonuçlar doğuruyor. Kitabımda bunların örnekleri bolca var."
Şimdi, Atatürk’ün kehanetlerinden başladık, beynimizin yapısıyla devam ettik, ama birbirine bağlamadık henüz. Okumaya devam ederek, Ali Bektan’ın uzun yıllar boyunca sürdürdüğü araştırmaları sonucu çıkarmış olduğu kitabında bu ikisinin nasıl ilişkilendirildiğini öğrenebilirsiniz. 


Atatürk’ün Kehanetleri 

Bazı bilim adamlarına göre geleceği görme yeteneğinin merkezi, diansefal dediğimiz ve sempatik sinir sisteminin birleştiği beyin merkezidir.Bu sinir sistemi, Merkezi Sinir Sistemi denilen ve vücut hareketleri yani bilinçli hareketleri kontrol eden sinir sisteminden büsbütün başkadır. Bilginlere göre, Diansefal, beynin en eski, yani atalarımızda ilk olarak gelişen beyin kısmıdır. Belki de tarihten önemli insanın içgüdüleri ile hareket etmesini temin eden altıncı his, beynin bu merkezindeydi. Bugünkü hayatımızda merkezi sinir sistemimizin faaliyeti o kadar fazlaydı ki, "diansefal" altıncı his ortaya çıkarmıyor. Ancak belli sayıdaki kişilerde kendisini gösterebiliyor. Gelecekten haber alabilmek için yetenekler ise daha ender ortaya çıkıyor. Bu görüş doğruysa, Atatürk ,Cayce, Messin gibi duyarlı kişilerde beynin bu bölümünün daha faal olduğu düşünülebilir. Beynin bu bölümünün altıncı his ile irtibatı tama olarak nedir? Atatürk’ün yaşamında “geleceği görme” gücünün kanıtları bulunmaktadır. En basit örnek Kurtuluş Savaşı’nda görülmüştür zaten. Örneğin Muhiddin Arabi’nin gelecekle ilgili yazdığı kitabında,büyük ihtimalle Atatürk’ü kastettiği anlaşılmaktadır: 
"Devleti Aliyye yıkılacak. Batıdan uzun boylu,mavi gözlü bir adam gelecek. 

Baktığı zaman karşısındaki insanı eritecek. Serbest Fırka kuracak. 

Adına da Serbest Cumhuriyet denilecek. 

Dünyaya milletini tanıtacak ve 15 sene hükümdarlık sürecek."


ESRARENGİZ HİNTLİ MİHRACE ‘NİN SIRRI HALA ÇÖZÜLEMEDİ 


Bilindiği gibi Hint halkı, Kurtuluş Savaşı’nda, Atatürk’ü ve Türk halkını yalnız bırakmamış ve maddi-manevi olarak ,Türk halkının yanında yer almışlardı. Kurtuluş Savaşı'ndan yıllar sonra ,1929 yılında, Bir Hintli Mihrace, Atatürk’ü Pera Palas’taki (ayrıntılı bilgi için medya yorumlarına bakabilirsiniz) 101 no’lu odasında ziyaret etmeye gelmişti. 



Ne amaçla ziyaret ettiği bilinmemesiyle birlikte bir başka nokta da, Mihrace’nin kim olduğudur. Mihrace’nin, Atatürk’e sunduğu hediyenin kendisinde de bir sır gizliydi. Bu hediye altın sırmalı Hint işi bir ipek seccadeydi. 


Seccadenin üzerindeki desende,bir şamdanın asılı olduğu bir düz kemeri, her iki yanında birer güvercini bulunan, beş kubbeli bir diğer kemerin çevrildiği görülüyordu. Bordür motifi, fillerden oluşuyordu. Desenin en ilginç unsuru ise, her iki kemerin arasındaki, dal kıvrımı ve gül motifleriyle süslü boşlukta yer alan romen rakamlı bir saat kadranıydı. Bu saat 09.08’i gösteriyordu. Seccade halen Perapalas’da bulunmaktadır. 

BULGAR IVAN MANELOF’A SÖYLEDİĞİ KEHANETLER

Mustafa Kemal başından beri Türk Milleti’ni yaşadığı zor koşullardan sıyırıp çıkaracağını biliyordu. 1906’da Bulgar Ivan Manelof ile Selanik’de yaptığı konuşmada: 

“Bir gün gelecek, ben, hayal olarak kabul ettiğiniz bu inkilapları başaracağım. Mensup olduğum Türk Milleti bana inanacaktır. Düşündüklerim demogoji mahsülü değildir. Bu millet gerçeği görünce arkasından yürür. Saltanat ortadan kalkacaktır. Devlet mütecanis(tek çeşit) bir unsura dayanamayacaktır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılacaktır. Batı medeniyetine döneceğiz. Batı medeniyetine girmemize engel olan yazıyı atarak, Latin kökünden alfabe seçilecektir. Kadın ve erkek arasındaki farklar kalkacaktır. Emin olunuz ki hepsi bir bir olacaktır.” 

Atatürk bu konuşmayı yaptığı sırada Abdülhamit ülkenin tek hakimiydi. Ve padişahlık kuvvetli ve kutsal bir kurumdu. 


ÖNCEDEN YAPILAN BİR UYARI AMA


Çanakkale Savaş sırasında Mustafa Kemal Nablus Karargahı ‘nda ikinci defa 7 nci Kolordu Kumandanı olduğu yıllarda yaşanan bu olayı kendisi daha sonra şöyle anlatmıştır: 

“Bir gün Erkanı Harbiye Reisi bana o günkü raporlarını okudu.Basit raporlardı,her zamanki gibi. Yalnız bu raporlarlar içinde bir nokta dikkatimi çekti.” 

Evet görünürde hiç bir sonuç çıkartılamayacak bu rapordan Mustafa Kemal inanılmaz bir sonuç çıkartmış ve çok değil bir veya iki gün sonra İngilizler’in büyük taaruzu başlamıştır. Bundan sonrası Mustafa Kemal’in kendi ağzından: 

“Yataktan kalktım,giyindim.İş odasına girerek bir muharebe emri yazdım." 

Emirde şunlar yazıyodu: 

“Düşman 19 Eylül akşamı taaruz edecektir.”
“Sonra bu emre alınması gereken tedbirleri ilave ettim.Bu emri Grup kumandanı olan Liman Fon Sanders Paşa’ya da gönderdim. Çok hürmet ettiğim bu zat, benim raporuma gülmüş ve ‘ihtiyattan zarar gelmez” diye bana da bir şey söylemeye lüzum görmemiş.” 

19 Eylül gecesi kolordu kumandanlarını telefon başına çağırarak verdiği emirlerin ve alınması gereken tedbirlerin yerine getirilip getirilmediğini sordu. Kendisine tüm tedbirlerin alındığı bildirildi. Ancak ne yazık ki, kolordu kumandanları da böyle bir emri ciddiye almamışlar ve gerekli hiç bir önlemi almamışlardı. Mustafa Kemal gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığını öğrenmek için bir müddet sonra telefon açtı. Olayın sonucunu yine Mustafa Kemal’den dinleyelim: 

“Ben daha telefon konuşmamı bitirmeden, düşman topçusu muharebe hattımız üzerine ateş etmeye başladı. Gece muharebe ile geçti. Benim ordumun sağ cenahındaki ordu yarıldı, esir oldu ve boş kalan cepheden geçen düşman süvarileri Leyman Fon Sanders’in karargahını bastı. Hakikat anlaşılmıştı. Fakat neye yarar.” 


DÜŞMAN DONANMASI İLE İLGİLİ KEHANETİ


Almanya ile birlikte Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı İmparatorluğu her şeyini kaybetmiş durumda idi. 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros mütarekesi ile Türk topraklarını kaybettiği gibi yavaş yavaş tarih sahnesinden de silinmeye başlamıştı. İstanbul’un işgal edildiği günlerde, İstanbul’a dönen Mustafa Kemal düşman zırhlılarını Dolmabahçe önünde gördüğü zaman üzüntüyle: 

“Geldikleri gibi gidecekler” dedi.

Daha sonrasını zaten biliyoruz. Sonuç olarak geldikleri gibi gittiler. İşin ilginç tarafı Nostradamus’un da bu konuyla ilgili bir kehanetinin bulumasıdır. "Centurien" adlı kitapdaki kehanet şu şekildedir: 
"Kongre başkanını tutan devlet adamları ,
         işgal kuvvetlerince sürülecek Malta’ya.

Girilmiş İstanbul’a,alınmış Rodos Adası,

Ama geldikleri gibi gidecekler ."

4 Eylül 1919’da hatırlanacağı gibi Sivas Kongresi toplanmıştı. Kongre Başkanlığı’na, işgal kuvvetlerine karşı açıkça tavır alan Mustafa Kemal seçilmişti. Kurtuluş Savaşı’nı ve Atatürk’ü destekleyen İstanbul’daki mecliste olan milletvekilleri de işgal kuvvetlerince Malta Adası’na sürgüne gönderilmişti. Bu hatırlatmanın ışığında dörtlük bir kere daha okunursa ,durum daha iyi anlaşılacaktır. 



MUSTAFA SAGİR’İN CASUS OLDUĞUNU İLK KONUŞMADA BİLMESİ


16 MART 1920’de İstanbul’un işgal edilmesi üzerine, Kemalettin Sami Paşa Anadolu’ya Geçerken gemide bir Hintli ile tanışır. Bu adam Mustafa Sağır’dir. Milli Harekete yardım için Hint müslümanlarını’nın kendisini gönderdiklerini söyler. Böylelikle paşayı etkilemiştir. Ankara’ya telgraf çeken Sami Paşa, Mustafa Sagir’e ilgi gösterilmesini ister. Bir süre sonra Sami Paşa Atatürk’e Hintliyi anlatır ve görüşmesini rica eder. Ertesi gün Atatürk ,Mustafa Sagir’i kabul eder. Bu görüşme uzun sürer. Hintli gönderilir. İki paşa yalnız kalınca Atatürk: 

“Bana bak Kemal bu adam casus!…” der

Sami paşa: "Aman paşam siz de çok şüphecisiniz" diyerek Atatürk’e inanmaz.

Atatürk konuşmayı keserek yaveri Hayati Bey’i çağırır ve şu emri verir: 
“Bu Hintli İngiliz Casusu olacak..Kendisini takip etsinler.Mektuplarını da sansürde çok dikkatli okusunlar...” 
Bundan sonra mektuplar, o zamanlar kimya hocası olan Avni Refik Bey’e verilir. Bir iki tecrübeden sonra gizli yazılar bulunur. Mustafa Sagır yakalanarak suçu itiraf ettirilir ve idam edilir. 


GÖZLE GÖRÜLMEYEN YERİ BİLMES
İ


Sakarya Savaşı’ndan sonra bir subay cepheden alınan bilgileri Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e okuyordu. Kağıttaki notta cephe komutanlarından biri ,Seyit Gazi’nin kuzey-doğu tarafında bir düşman fırkasının göründüğünden bahsediyordu. Bunun üzerinde Mustafa Kemal kaşlarını çatarak: 

“ Hayır! Orada düşman yoktur. İyi baksınlar”  der.

Subay öğle yemeğinde geri gelir. Biraz da sıkılarak: 

“Haber aldım komutanım. Bahsedilen yerde düşman yoktur” der.

BU KEHANETİNE DÜŞMAN GÜÇLERİ DE İNANMAMIŞTI

Düşman Ordusu’nu tamamıyla yoketmek amacıyla başlatılan Büyük Taaruz amacına ulaşmıştı. Ordularını korkunç sondan kurtarmak isteyecek olan itilaf devletlerinden durumu gizleme amacı güden fakat bu başarıları haber alan itilaf devletleri kendisinden görüşmek üzere randevu istedikleri zaman, ATATÜRK elçilere: 
“Sizinle 9 Eylül 1922 Nif(Kemalpaşa) kasabasında görüşebilirim” der.
İşin ilginç tarafı,bu sırada Türk Orduları Nif’den çok uzakta bulunuyordu. Ve 9 Eylül’e kadar oraya çarpışarak varmak çok zor, hatta imkansız gibi görülmekteydi. Çünkü bu bir savaştı. Yani kesin tarih verilmesi norma şartlarda hiç bir şekilde mümkün değildi. Savaş sırasında neler olabileceğini kim önceden kestirebilirdi ki? Aradan 10 gün geçti. Bu olayı daha sonra ünlü Nutku’nda kaleme alarak şöyle demiştir: 
“Dediğim gün Nif’te idim. Fakat benden randevu isteyenler orada yoktu.” 

BAŞKENT ANKARA 


Atatürk’ün Ankara’yı Başkent yapmasının ardındaki sebep hayli ilginçti: 

“Ben Türk’ün imkansızı imkan haline getiren kudretini bütün dünyaya göstermek için Ankara’yı istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar yeşil ağaçların çevirdiği villalar arasından uzanan yeşil sahalar, asfaltlar ve binalarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz, yakında olacak.” 

Ankara 13 Ekim’de Başkent oldu. Bazı Batılı Devletler Ankara’nın nüfusu ve kırsallığı yüzünden büyükelçi göndermeyeceklerini açıklamalarına rağmen karar değişmedi. 


RADYO VE SİNEMA HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ 

Atatürk’ün radyo ve sinema hakkındaki sözleri onun “ileri görüşlü”lüğünü bir kez daha kanıtlıyor. 

“Sinema, gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır. Şimdi bize basit bir eğlence gibi gelen eğlence olan radyo ve sinema bir çeyrek asra kalmadan yeryüzünün çehresini değiştirecektir. Japonya’daki kadın, Amerika’daki zenci, Eskimo’nun ne dediğini anlayacaktır. Tek ve birleşik bir dünyayı hazırlamak bakımından sinema ve radyonun keşfi yanında tarihte devirler açan matbaa, barut, Amerika’nın keşfi gibi olaylar oyuncak nispetinde kalacaktır.” 

Bu sözler radyonun emekleme, sinemada ise yeni yeni çalışmalar yapıldığı bir dönemde ifade edilmiştir. Bir diğer önemli nokta ise “Tek ve Birleşik Dünya “ düzeninden bahsetmesidir. Bana kalırsa herkesin İnternet’i tanıması bu olayı kavraması için bile yeterlidir

İTALYANLARIN HABEŞİSTANA SALDIRMASI.KİM BİLEBİLİRDİ Kİ? 

Bu olayı aktaran Atatürk’ün yakın arkadaşı Münir Hayri Egeli’dir. Egeli’nin ağzından naklediliyorum: 
"Habeşistan Savaşı başlamadan önce İtalya’nın Rodos’a askeri harekatta bulunduğu günlerdi. Bir akşam Atatürk’ün sofrasına davet edilenler onu balkonda gezinirken buldular. Atatürk: "Tevfik Rüştü” nerde?” Diye sordu.Ankara Palas’da bazı sefirlere ziyaret veriyorlar,dediler. Daha sonra hep birlikte davetin verildiği Ankara Palas’a gidildi. Atatürk Arnavutluk Elçisi Asaf Bey’in yakınında giriş ve çıkış kapısını iyi görebileceği bir yere oturdu. Atatürk: 
"Asaf Bey,gazetelerde bir takım resimler görüyorum. Arnavutluk’da operet mi oynanıyor?"
Bu sözleri ile Kral Zogo’nun sorguçlu resimlerini kastettiğini anlayan elçi şaşırıyor. Atatürk devam ediyor:  
“Cumhuriyet’de ne zarar görüldü ki, krallık ilan edildi. Hem takip edilen politika tehlikelidir. İtalya’nın Arnavutluk’u Balkanlar’da bir basamak yapması muhtemeldir.” 
Müdahaleye kalkan İtalyan sefirine Ata: 
“Haber aldığımıza göre Roma’da bazı öğrenciler elçilik önünde gösteri yaparak Antalya’yı istemişler. Antalya sigara paketi midir ki sefir cebinden çıkarıp versin. Antalya buradadır. Buyurun alın. Hem benim bir teklifim var. Hakikaten böyle bir şey düşünüyorsa, Musolini’ye müdahale edelim. Antalya’ya asker çıkarsın. Bütün ihracaat tamam olunca harp ederiz. Mağlup eden hakkına razı olur.” 
Bu sözleri duyan İtalyan elçisi atılıyor: ”Bu bir harp ilanı mıdır?” 


Atatürk: 

"Hayır ben burada bir fert olarak konuşuyorum. Türkiye de harp ancak Türkiye Büyük Millet Meclis’nin yetkileri içindedir."

Bu durum üzerine Başbakan İsmet Paşa’ya haber verilir telefonla. Ve Ankara Palas’a çağrılır. Atatürk bunu haber alınca: 
“Hükümet geliyor, biz gidelim” der. 
Çankaya’ya döndüğü zaman şunları söyler: 
“İtalya ile harp tehlikesi yoktur. Rodos’a yapılan hareket Habeşistan’a yönelecektir.” 

O yıllarda İtalya’daki faşist yönetim kendine yeni sömürgeler arıyordu. Avrupa gazetelerinde zaman zaman İtalya’nın Rodos Adası’na yakın Anadolu topraklarını işgale hazırlandığına ilişkin haberler yayınlanıyordu. Türk hükümeti de her ihtimale karşı bütün tedbiri almıştı.Ancak Atatürk’ün söylediği yine gerçekleşti ve İtalya Türkiye yerine Habeşistan’a saldırdı. 





RUSYA’NIN GELECEĞİ 


Kurtuluş Savaşı sırasında en büyük desteği Rusya’dan alan Mustafa Kemal, savaş sonrasında ise ilişkileri belli bir düzeyde sürdürüyordu. Çünkü Lenin’den sonra iktidarı ele geçiren Stalin Rusya’yı keyfi bir şekilde yönetiyordu. 1936 yılında Atatürk her zamanki gibi Çankaya’daki akşam yemeklerinde ülkenin sorunlarını konuşurken, masadakiler sık sık Paşam, Ruslar şöyle ileri adımlar atıyor, ekonomide, sanayide, askeri alanda şöyle başarılı oluyorlar diye anlatıyordu. Atatürk’ün bunun üzerine yemeği bırakıp masanın üzerindeki içinde meyvelerin bulunduğu tabağı alıyor ve yere atacakmış gibi yapıyor. Masadakilere : 

"Eğer bunu yere bıraksam kaç parça olur?" diye soruyor. 
"40 parça olurdu Paşam" diyorlar.
“Hayır.”diyor Atatürk, soruyu yine tekrar ediyorlar,aynı cevabı alıyor.
Bunun üzerine
"Bilemediniz.” diyor. Ve devam ediyor:  
“Biraz sabredin. Yurtta Sulh, Cihan’da Sulha sarılın. Çünkü 60 yıl sonra Rusya 60 parça olucak. Bu nesil Bolşevik ihtilali yaptı. Kan kussa, kızılcık yedim der. Oğulları da babalarının istikametinde gider. Ama ondan sonraki nesil Rusya’yı 60 parçadan böler.” 

Bu sözlerle 1936 yıllarını şöyle bir hatırlayalım. Henüz daha II.Dünya Savaşı çıkmamış ve Rusya büyük bir güç olmamışken, bu söz söylenmiştir. Anlattığı şeyler 64 yıl sonra gerçekleşmiştir. Atatürk devam etmiştir: 

“Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat,yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün Rusya’nın elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim,bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını beklemeliyiz, bizim onlara yaklaşmamız gerekliliğidir. Rusya bir gün dağılacaktır .O zaman Türkiye onlar için örnek bir ülke olacaktır.”
diyen Atatürk : 
"Türkiye 21nci Yüzyılı şekillendiren Avrasya için bir kilit ülke konumundadır. Onlar bizi örnek alacaklardır.”
diye görüşünü bildiriyor.
Atatürk’ün ileri görüşünü 1999 yılından 2000 yılına girerken gözlem yapan ve gazeteleri televizyonları yani kısacası dünyayı takip eden herkes şu an bile anlayabilir. 

AVRUPA BİRLİĞİNİN KURULUCAĞINI BİLİYORDU


Atatürk dış politikaya da önem verilmesini çok iyi biliyordu. Türkiye’nin komşularında meydana gelebilecek olaylardan etkilenebileceğini savunan Atatürk bir akşam Çankaya Köşkü’nde çocukluk ve mahalle arkadaşı Asaf İlbay’ın da aralarında bulunduğu dostlarına dış siyaset hakkında şunları anlatır:  

“Bir Balkan Birliği’ne lüzum vardır. Beni bırakınız ki fırkamın lideri olarak Balkanlar’da bir seyahat yapayım. Balkan devlet adamlarıyla konuşayım ve efkarı umumiyeyi hazırlayayım. Dünyanın ufuklarında kara bulutlar görüyorum. Balkan Birliği kurulabilirse, bir Avrupa Birliği’ne yol açılabilir. Batı devletleri de er geç birleşmiş olacaklardır." 
Avrupa Birliği düşüncesi ilk olarak ancak II.Dünya savaşı sonrasında ortaya çıkabilmiştir. 1960’ların başında Batı ülkeleri tarafından üzerinde konuşulmaya başlanmış olan bu düşünce, 1980’lere gelindiğinde ancak genişlemeye başlayabilmiştir. Oysa ki,Atatürk bakışlarını bir noktada yoğunlaştırarak dalgın bir halde ısrarla şunları şunları söylüyordu: 



“Evet, bir Balkan Birliği ve sonra da Batı Devletleri Birliği beşeriyeti ve ulusları, görünür görünmez felaketlerden koruyabilir. Yoksa insanlığın başına gelecek sefalet ve ıstıraplara ölçü yoktur. Dünya bir uçurama doğru gidiyor.” 



UÇAKLARLA İLGİLİ KEHANETİ 


Atatürk uçakların henüz daha bırakın savaşlarda kullanılmasını normal günlerde bile kullanılmadığını ve birçok kimse için ölüm kutusundan başka birşey olmayan günlerde, Fransa’da Abidin Daver’e söylediği uçaklarla ilgili şöyle demiştir: 

“Teyyareler (uçaklar) gün gelecek savaşlarda önemli roller oynayacaktır.” 

1908 yılında söylenen bu sözün ,Abidin Daver’in hiç aklına yatmadığını itiraf etmiştir. Çünkü o yıllarda uçağı savaşta kullanılması akıllarda dahi yok gibi bir şeydi. 


ANNESİNİN ÖLÜMÜYLE İLGİLİ GÖRDÜĞÜ RÜYA 

Zübeyde Hanım rahatsızlığı artığından Uşşakizadeler'in evinde oğluna hasret vefat eder. Ancak bu haberi Paşa’ya nasıl haber vereceklerini düşünüyorlardı. Annesinin ölümünden habersiz olan Mustafa Kemal, aynı saatlerde trenle çıktığı yurt gezisinde uyumaktaydı. Gecenin ilerleyen saatlerinde gördüğü kabus gibi rüya yüzünden kan ter içinde uyanır. Bir sigara yakar ve zile basarak kompartımanındaki hizmetine bakan Ali Çavuş’u çağırıp: 

“Gördüğüm rüya canımı sıktı.” der.
Ali Çavuş : 
"Hayırdır Paşam” deyince Atatürk de rüyasını anlatır:
“Pek hayır olacağa benzemiyor. Kırlık bir yerdeymişiz. Her taraf yeşillik. Birden bire sel geliyor, annemi alıp götürüyor. Endişe ediyorum. Yaverlere söyle, İzmir’e telgraf çekip annemin sağlık durumunu sorsunlar.” 

Acı haber tez gelir derler. Kısa bir süre sonra Yaver Salih’in yolladığı şifreli telgraf gelir. Atatürk telgrafın şifreli olduğunu derhal anlayarak: 
“Annem öldü mü?”
Ali Çavuş üzgün bir şekilde telgrafı uzatır: 
“Başınız sağ olsun Paşam.”
Gözleri yaşla dolan Atatürk : 
“Bana malum oldu. Bana malum oldu. Bunun kabusunu gördüm ben. Anam. Zavallı çilekeş anam. Benim anam öldü başka analar sağ olsun.” 
diyerek koltuğuna çöker. Vatan hizmetinin zorunluluğu yüzünden annesinin cenaze törenine katılamaz. 

Eğer ilgi duyuyor ve merak ediyorsanız, bu bilgilerin devamını Ali Bektaş’ın “ Atatürk’ün Kehanetleri” kitabında bulabilirsiniz.  

Son söz yine Mustafa Kemal Atatürk’ten olsun:
"Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin."


...Bu da sözün çizgisi olsun...
 

1 yorum: